VAAZ METNİ – MAHŞERİN MÜFLİSİ: BİR HESAP GÜNÜ GERÇEĞİ
Bismillahirrahmanirrahim
Aziz kardeşlerim,
Rabbimize hamd ederiz ki bizleri bir kez daha birlikte düşünmeye, birlikte öğütleşmeye ve birlikte arınmaya vesile olacak bir mecliste buluşturdu. Salât ve selâm, bizlere kulluğun özünü, ahlâkın zirvesini, insanın hakla ve hakikatle olan bağını öğreten Sevgili Peygamberimiz’e olsun.
Bugün sizlerle, Efendimiz (s.a.v.)’in, sadece bir bilgi değil, bir bilinç inşa etmek üzere ashabına ve ümmetine yönelttiği bir suali ve o suale verdiği sarsıcı cevabı birlikte tefekkür edeceğiz.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bir gün ashabına şöyle buyurur:
«أَتَدْرُونَ مَنِ الْمُفْلِسُ؟
“Müflis kimdir, bilir misiniz?”
Ashâb-ı kiram der ki:
«الْمُفْلِسُ فِينَا مَنْ لاَ دِرْهَمَ لَهُ وَلاَ مَتَاعَ»
“Bize göre müflis, parası pulu kalmamış kişidir.”
Efendimiz şöyle buyurur:
«إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتِي يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَلاَةٍ وَصِيَامٍ وَزَكَاةٍ، وَيَأْتِي قَدْ شَتَمَ هَذَا، وَقَذَفَ هَذَا، وَأَكَلَ مَالَ هَذَا، وَسَفَكَ دَمَ هَذَا، وَضَرَبَ هَذَا، فَيُعْطَى هَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ، وَهَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ، فَإِنْ فَنِيَتْ حَسَنَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْضَى مَا عَلَيْهِ، أُخِذَ مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ، ثُمَّ طُرِحَ فِي النَّارِ»
“Hayır. Ümmetimin müflisi; kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir. Ancak birine sövmüş, birine iftira atmış, birinin malını yemiş, birini dövmüş, birinin kanını dökmüş… Bu kişilere sevaplarından verilir. Sevapları tükenince onların günahları ona yüklenir ve sonunda cehenneme atılır.”
(Müslim, Birr, 59)
Kıymetli kardeşlerim,
Bu hadis, her dönemde olduğu gibi, bugün de bizlere çok derin mesajlar vermektedir. Zira Efendimiz burada bize sadece bireysel ibadetin değil, ahlâkî sorumluluğun, insan ilişkilerinin ve kul hakkının ne kadar büyük bir vebal taşıdığını haber veriyor.
İBADETLE GELEN, HAKLA GERİ DÖNEN
Dikkat buyurunuz: Bu hadis-i şerifte geçen kişi namaz kılan, oruç tutan, zekât veren biridir. Yani ibadetten yana eksikliği yoktur. Ancak insanlarla olan ilişkilerinde, diliyle, eliyle, malıyla, sözüyle başkalarına zarar vermiştir. Bu sebeple mahşer günü getirdiği sevaplar, hak sahiplerine dağıtılır; ve sonunda geriye bir şey kalmayınca, onların günahlarını da yüklenir.
Bu tablo, bize bir hakikati öğretir: İbadetler, ancak ahlâk ile kemâle erer. Dindarlık, ancak adalet ve merhamet ile tamam olur.
KUL HAKKI, ALLAH’IN HUKUKUYLA BİREBİR BAĞLANTILIDIR
Aziz kardeşlerim,
Biz çoğu zaman “kul hakkı” deyince sadece maddî hakları anlarız. Oysa kul hakkı sadece birinin malını almakla, onun rızkına göz dikmekle sınırlı değildir.
- Onun haysiyetini zedelemek,
- şerefini kırmak,
- hakkında asılsız sözler söylemek,
- özelini teşhir etmek de birer kul hakkıdır.
Bugün ne yazık ki dijital mecralarda, sosyal medya platformlarında insanlar çok kolay şekilde başkalarını incitebilmekte, zan ve iftira arasında ince bir çizgi unutulmakta, söz söylemenin sorumluluğu göz ardı edilmektedir.
Bazen bir haberin kaynağını sorgulamadan paylaşmak, bazen bir dedikoduyu sadece ‘yorum’ diye aktarmak, bazen bir fotoğrafı izinsiz dolaşıma sokmak, çağımızın yeni hak ihlalleridir.
Bu çağda müflis olmak, sadece dil ile değil; parmakla, paylaş butonuyla, yazıyla, etiketle de mümkündür.
AHİRETTE ZENGİN KALMAK İÇİN DÜNYADA NEYİ BİRİKTİRİYORUZ?
Değerli müminler,
İnsan bazen şöyle düşünebilir: “Ben kimseyi öldürmedim, kimsenin malını almadım, kimseye küfretmedim.” Ancak Efendimiz (s.a.v.)’in ifadesine göre; bir sözü küçümsemek, bir gönlü kırmayı basit görmek, bizim zannettiğimiz kadar küçük bir mesele değildir.
Çünkü mahşer gününde teraziler çok hassastır.
Nice ibadet, bir kulun gözyaşıyla silinebilir. Nice söz, yıllar süren hayrı yerle bir edebilir.
Öyleyse sormalıyız kendimize:
– Namaz kılıyoruz, ama insanlara karşı merhametli miyiz?
– Oruç tutuyoruz, ama dilimizi tutabiliyor muyuz?
– Sadaka veriyoruz, ama kalp kırıyor muyuz?
DİN, HAKKANIYETTİR
Aziz kardeşlerim,
İslam sadece ibadetlerin dini değil, ahlakın ve adaletin de dinidir. Din sadece Allah’a karşı görevlerden ibaret değildir; aynı zamanda insanlara karşı sorumluluklarımızın da sistemli bir bütünüdür.
İman, kul hakkı ile imtihan edilir.
Dindarlık, başkalarının bize emanet edilmiş haklarını korumakla tamamlanır.
İşte bu nedenle Efendimiz (s.a.v.)’in müflis tanımı, sadece kıyamet gününe dair bir manzara değil; aynı zamanda bugünün dünyasında, bir vicdan çağrısıdır.
ÇAĞIMIZIN YENİ HAK İHLALLERİ
Kardeşlerim,
Efendimizin tarif ettiği müflis sadece geçmiş çağlarda yaşamış insanlar için geçerli değildir. Çağımızda da müflis olabiliriz. Hatta bu zamanın müflisliği bazen daha da sinsidir.
Bir insan, klavye başında birine hakaret ettiğinde, bir fotoğrafı izinsiz paylaştığında, bir yanlış bilgiyi araştırmadan yaydığında; onun sevapları da tükenebilir.
Kul hakkı bugün artık sadece sözle değil; bir “paylaşım”la, bir “yorum”la, bir “etiketleme”yle de çiğnenmektedir.
Bu sebeple Efendimizin bu uyarısı, sadece bireysel dindarlığı değil, dijital çağın sorumluluk ahlakını da inşa etmek için yeniden düşünülmelidir.
KUL HAKKI VE MAHŞERİN DİNAMİĞİ: DİRHEMİN GEÇMEDİĞİ HESAP
Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ دَيْنَارٌ أَوْ دِرْهَمٌ، قُضِيَ مِنْ حَسَنَاتِهِ، لَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ وَلاَ دِرْهَمٌ»
(İbn Mâce, Sadakât, 12 / 2414)
“Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenâtından ödenir. Zira orada ne dinar ne dirhem vardır.”
DÜNYADA MÜLK, AHİRETTE AMEL GEÇER
Bu hadis-i şerif bize açıkça göstermektedir ki; dünyada geçerli olan para, servet, mal ve mülk; ahirette hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Mahşer gününde sadece amel konuşacaktır.
Orada altınla, gümüşle, kartla ya da kriptoyla değil; kul hakkı ile yüzleşmekle karşı karşıya kalacağız.
Hiç kimse “ben öderim” diyemeyecek. Çünkü orada ödeme sadece sevapla yapılacak.
Her haksız kazanç, alın teriyle ezilen her hak, her haksız söylenmiş söz, sahibinden alınarak sevapla ödenecek.
Ve Allah korusun, kişinin sevapları tükenirse, borçluların günahları ona yüklenecek.
ŞEHİDİN KANI BİLE KUL HAKKINI TEMİZLEMEZ
Değerli müminler,
Düşününüz ki; şehitlik gibi yüce bir makam, Kadir Gecesi gibi bin aydan hayırlı bir fırsat, hac gibi ömür boyu yapılan ibadetlerin zirvesi olan bir kulluk bile, kul hakkı karşısında duramıyor.
Zira kul hakkı, Allah Teâlâ’nın affını bile durduran bir engeldir.
Çünkü Cenâb-ı Hak, kendisine karşı işlenen birçok günahı bağışlamayı vaad etmiş, ama kul hakkını affetme yetkisini, zulme uğrayan kulunun rızasına bırakmıştır.
NE ZAMAN HELALLEŞECEĞİZ?
O hâlde soralım kardeşlerim:
- Ne zaman helalleşeceğiz?
- Ne zaman özür dilemeyi bir zillet değil, bir fazilet olarak göreceğiz?
- Ne zaman insanların gönlünde bıraktığımız izleri ciddiye alacağız?
İnsan ilişkilerinde bu denli derin bir adalet ve sorumluluk duygusunu, hiçbir dünyevî sistem bu kadar içtenlikli anlatamaz. Ancak İslam anlatır; çünkü İslam, hesabın Allah’a ait olduğu kadar, kulun vicdanına da ait olduğunu öğretir.
HAKKA GİRMEMEK: ALLAH KATINDA AĞIR BİR MESULİYET
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), bu konuda ümmetini çok ciddi şekilde uyarmıştır. Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurur:
**«وَاللَّهِ لَا يَأْخُذُ أَحَدٌ شَيْئًا بِغَيْرِ حَقِّهِ إِلَّا لَقِيَ اللَّهَ تَعَالَى يَحْمِلُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ»**
«فَإِنَّ الرَّجُلَ يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَحْمِلُ شَاةً تَيْعَرُ، أَوْ بَقَرَةً تُخْوِرُ، أَوْ نَاقَةً تَرْغُو، فَيَقُولُ: يَا مُحَمَّدُ! فَأَقُولُ: قَدْ بَلَّغْتُكَ»
(Buhârî, Hıyel, 15)
“Vallahi, sizden bir kimse haksız yere bir şey alırsa, mutlaka onu boynuna yüklenmiş olarak Allah’a kavuşur. Sakın ola ki, kıyamet günü boynunda inleyen bir koyun, böğüren bir sığır, bağıran bir deve ile karşıma gelmeyesiniz!”
KUL HAKKIYLA GELEN BİR DİRHEM DAHİ BÜYÜK HESABA ÇEKİLİR
Aziz kardeşlerim,
İslam tarihinde kul hakkı bilinci öyle kökleşmiştir ki, sahabe ve onların yolundan giden adalet önderleri bu konuda titizlikle hareket etmişlerdir. Hazret-i Ömer (r.a.)’in şu ikazı ne kadar çarpıcıdır:
Bir gün Beytü’l-mâl görevlisi, temizlik yaparken yerde bir dirhem bulur ve Ömer’in çocuklarından birine verir. Durumu öğrenen Hazret-i Ömer memura şöyle seslenir:
“Sen neye dayanarak bunu yaptın? Beni kıyamet günü, bir dirhem yüzünden Muhammed ümmeti ile davalı hâle mi getirmek istiyorsun?”
Bu söz, Müslümanın kamusal malı, kamu görevi ve emanet konusunda nasıl bir hassasiyet taşıması gerektiğinin tarihî şahididir.
BORÇLA ÖLMEK: KUL HAKKINA TAŞINAN BİR YÜK
Efendimiz (s.a.v.), bir müminin vefat ettiği zaman onun borcunu öğrenmeden cenaze namazını kıldırmazdı. Borç, sadece bir mal meselesi değil, Allah ile kul arasına girebilecek bir sorumluluk yüküdür. Bu hususta da şöyle buyurmuşlardır:
**«مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ دَيْنَارٌ أَوْ دِرْهَمٌ، قُضِيَ مِنْ حَسَنَاتِهِ، لَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ وَلَا دِرْهَمٌ»**
(İbn Mâce, Sadakât, 12/2414)
“Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenâtından ödenir. Zira orada ne dinar ne dirhem vardır.”
Bu ifade bizlere gösteriyor ki; kulun kuldan aldığı sadece maddî bir bedel değil, aynı zamanda ahirete taşınan ağır bir vebaldir.
EN BÜYÜK KUL HAKKI: SORUMLULUK SAHİBİ OLUP HAKKI İHMAL ETMEK
Aziz müminler,
İslam toplumunda her insanın bir sorumluluğu vardır. En çok kul hakkı da bu sorumlulukların ihmal edildiği yerlerde doğar:
- İmam, cemaatinden sorumludur.
- Öğretmen, talebesinden sorumludur.
- Amir, memurdan; memur, halktan sorumludur.
- Baba evladından, anne evladından; evlat da anne babasından sorumludur.
Efendimiz (s.a.v.), son anlarında ümmetine hem bireysel ibadetleri hem de toplumsal sorumlulukları hatırlatmıştır. Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle rivayet eder:
«الصَّلَاةَ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ، الصَّلَاةَ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ»
(Beyhakî, Şuab, VII, 477)
“Namaz, namaz! Ve emriniz altındaki kimseler hakkında Allah’tan korkun!”
Efendimiz iki zayıf sınıfı özellikle zikreder: Yetimler ve dul kadınlar. Zira onlar kolayca ihmal edilebilir, hakları kolayca çiğnenebilir insanlardır.
DİL HAKKI: EN ÇOK UNUTULAN AMA EN DERİN KUL HAKKIDIR
Kardeşlerim,
Efendimiz (s.a.v.), maddî hakların yanında, sözle yapılan zulümlere de çokça dikkat çekmiştir. Şöyle buyurur:
**«مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ، فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ»**
(Müslim, Îman, 77)
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya da sussun.”
Zira:
**«وَهَلْ يَكُبُّ النَّاسَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ إِلَّا حَصَائِدُ أَلْسِنَتِهِمْ؟»**
(Tirmizî, Îman, 8)
“İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediklerinden başka nedir ki?”
Bugün nice insanın itibarı, onuru, mahremiyeti, sosyal medyada yazılan tek bir cümleyle sarsılabiliyor. Bunun bedeli sadece dünyada değil, ahirette de karşımıza çıkacaktır.
TELÂFÎ YOLLARI: KUL HAKKI NASIL ÖDENİR?
Peki ya kul hakkına girdiysek?
Birini incittiysek, bir malı haksız yere aldıysak, bir kalbi kırdıysak, bir vazifeyi ihmal ettiysek…
Bu hak nasıl ödenir?
İşte bu sualin cevabı, bizlere büyük bir ahiret hazırlığıdır.
MADDÎ HAKLARDA İADE ESASTIR
Eğer bir hak, maddî bir alacaksa ve elimizde hâlen duruyorsa; en kısa sürede hak sahibine iade edilmelidir. Elimizde değilse; bedeli ödenmelidir. Zira borç, ertelenebilir; ama görmezden gelinemez.
Hak sahibi vefat etmişse, mirasçılarına ulaştırılmalıdır.
EĞER ÖDEYEMEYECEK DURUMDAYSAN…
Kimi zaman kişi, hatasını bilir ama elinde imkânı yoktur. O hâlde yapılacak şey; hak sahibinden açıkça özür dilemek ve helâllik istemektir.
Efendimiz (s.a.v.), bu konuda bizlere hem emir vermiştir hem de örnek olmuştur. Şöyle buyurur:
**«مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلِمَةٌ لأَخِيهِ مِنْ عِرْضِهِ أَوْ مِنْ شَيْءٍ، فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهُ اليَوْمَ، قَبْلَ أَنْ لاَ يَكُونَ دِينَارٌ وَلاَ دِرْهَمٌ، إِنْ كَانَ لَهُ عَمَلٌ صَالِحٌ، أُخِذَ مِنْهُ بِقَدْرِ مَظْلَمَتِهِ، وَإِنْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ، أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ، فَحُمِلَ عَلَيْهِ»**
(Buhârî, Mezâlim, 10; Rikāk, 48)
“Kimin, kardeşine karşı bir haksızlığı varsa —ister malıyla ister namusuyla ilgili— o kimse dinar ve dirhemin bulunmadığı gün gelmeden önce, hemen onunla helâlleşsin! Zira o gün, hak sahibine sevaplarından verilir. Eğer sevabı kalmamışsa, hak sahibinin günahı kendisine yüklenir.”
İşte kıyametin terazisi budur, kardeşlerim. Orada para geçmez, özür geçmez, sadece amel defteri geçer.
PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEĞİ: DÜNYADA HELÂLLEŞMEK
Resûlullah (s.a.v.), ümmetine sadece sözle değil, bizzat örnek olarak bu ahlâkı göstermiştir. Veda Hutbesi’nde şöyle seslenmiştir:
“أيها الناس! من كنتُ جلدتُ لهُ ظهرًا فهذا ظهري فليستقِدْ منهُ، ومن كنتُ أخذتُ له مالًا فهذا مالي فليأخذْ منه، ولا يَقُولَنَّ أحدٌ: أخاف الشنَار، فإنَّ شنَارَ الدنيا أهونُ من شنَارِ الآخرة.”
(İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 319)
“Ey insanlar! Kimin sırtına vurduysam işte sırtım, gelsin vursun! Kimin malını aldıysam işte malım, gelsin alsın! Sakın kimse, ‘Dünyada rezil olurum.’ demesin. Zira dünyanın ayıbı, ahiretin rezilliğinden daha hafiftir.”
Bu ne büyük bir ahlak, ne derin bir hesap bilincidir…
FİZİKÎ ZARARDA DA HELÂLLEŞME ŞARTTIR
Bir kimseye bedenen zarar verilmişse, aynı şekilde kısas hakkı doğar. Bu, intikam değil, adalettir. Ancak en güzel yol, helâlleşmektir.
Hazret-i Osman (r.a.), bir gün hizmetçisinin kulağını farkında olmadan çeker. Hemen ardından pişman olur, özür diler ve şöyle der:
“–Benim kulağımı da sen çek! Ne kadar çektimse, sen de o kadar çek ki, kıyamette üzerimde bir hak kalmasın!”
Hizmetçi mahcup olur:
“–Ey Halife, daha fazlasını çekersem bu defa ben haksızlık etmiş olurum!”
İşte bu, Müslüman’ın karşılıklı hak ve nezaket bilincidir.
MEVLÂNÂ’DAN BİR UYARI
Hazret-i Mevlânâ, bir gün kızı Melike Hatun’un hizmetçisini azarladığını görür ve şöyle der:
“–Kızım, onu neden incitiyorsun? Unutma ki, Allah’tan başka kimsenin gerçek anlamda kulu yoktur. Sana hizmet edenler, hizmetçin değil; kardeşindir!”
HAZRET-İ ÖMER’İN UNUTMADIĞI KAMÇI
İyâs bin Seleme anlatıyor:
“Hazret-i Ömer (r.a.), bir gün çarşıda bana kamçısını doğru sallayarak ‘Yolu aç!’ dedi. Kamçı, elbiseme hafifçe dokundu. Bir yıl sonra beni gördü ve dedi ki:
‘–Hacca gitmek ister misin?’
Sonra beni evine götürdü, içinde 600 dirhem olan bir kese verdi.
‘–Bunları hac yolculuğunda harcarsın. Bu da o gün sana isabet eden kamçının karşılığıdır.’ dedi.
Ben, ‘–Ey Müminlerin Emîri, onu bile hatırlamıyorum!’ dedim.
O ise, ‘–Ama ben hiç unutmadım!’ buyurdu.”
(Taberî, Târîh, IV, 224)
Evet kardeşlerim, biz bu dünyada unutabiliriz. Ama eğer unutursak, bize âhirette hatırlatılır.
Aziz Kardeşlerim,
Kul hakkı, ihmal edilemeyecek bir vebaldir.
Bu sebeple:
- Varsa borcumuzu ödeyelim.
- Varsa kırdığımız kalpleri tamir edelim.
- Varsa haksız sözlerimizi geri alalım.
- Varsa mağdur ettiğimiz bir gönül, onun rızasını almadan rahat uyumayalım.
Allah Teâlâ bizleri, kul hakkından arınmış, kalbi berrak, helâlleşmiş kullarından eylesin.
Âmin.
İMKÂNLAR TÜKENMİŞSE…
Kimi zaman kul hakkı, sadece dünyevî bir ihlâl gibi görülür. Oysa bu mesele, doğrudan âhiret terazisine çıkan büyük bir mesuliyettir. Şayet bir mümin, maddî bir haksızlıkta bulunmuşsa ve hak sahibi hayatta değilse, vârislerine ulaşılmalı; ulaşılamıyorsa, onun adına sadaka verilerek vebalden kurtulmaya çalışılmalıdır. Bu sırada da gönülden istiğfâr edilmelidir. Çünkü kul hakkı, Allah’ın doğrudan affetmediği; muhatabının rızasına bıraktığı bir haktır.
Eğer hak mânevî ise, yani bir kardeşimizin gıybetini etmiş, haysiyetini zedelemişsek, aynı mecliste kendimizi tekzip etmeli; hatamızı açıkça ifade etmeliyiz. Gıybetini ettiğimiz kişiye ulaşabiliyorsak ve fitneye yol açmayacaksa, doğrudan gidip özür dilemeli, helâllik istemeliyiz. Aksi hâlde, çokça istiğfâr ederek hem kendimiz hem de o kardeşimiz için bağışlanma dilemeli, onun adına hayır yapmalıyız.
Ama ne olursa olsun, unutulmamalıdır ki kul hakkı, kıyamet günü karşımıza sevap ve günah olarak çıkacak kadar gerçek bir borçtur. Gönül kırmak da, haksız bir söz söylemek de, bir emaneti geciktirmek de… Her biri kulun terazisinde ağır gelir. Bu yüzden mümin, bu dünyada iken özür dilemeye, gönül almaya, hak sahibine ulaşmaya gayret etmelidir. Zira burada hatırlamazsak, orada bize hatırlatılacaktır.
ÇARE: SADAKA VERMEK
Sadaka, yalnızca bir fakirin eline tutuşturulan bir miktar para değildir. Dünyada, sadaka malı temizler, nefsi arındırır, belâları savar, muhtacı sevindirir, rızkı bereketlendirir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur:
“Ey tüccar topluluğu! Alışverişe yalan ve yemin bulaşır. Onu sadakayla temizleyin.” (Ebû Dâvûd, Büyû‘, 1/3326)
Âhirette ise sadaka, sahibine serin bir gölge olur, hesabı kolaylaştırır, teraziyi ağırlaştırır, sırat köprüsünde destek olur, cennette dereceler kazandırır.
Allah Rasûlü’ne bir adam gelip sormuştu:
“İnsanların Allah’a en sevimlisi kimdir?”
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanların Allah’a en sevimlisi, insanlara en faydalı olandır.”
Ve ardından buyurdu:
“Bir müminin sevincine vesile olmak, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek, açlığını dindirmek… Bunların her biri Allah katında sevgili amellerdendir. Kardeşimin bir ihtiyacı için onunla yürümem, mescidimde bir ay itikâftan daha hayırlıdır.” (Taberânî, el-Kebîr)
İşte bu anlayış, bizi kul hakkından kurtaracak hasenelere yönlendirir. Çünkü her sadaka, Allah’ın rahmetini celbeder, gazabını söndürür. Evet, sadaka doğrudan kul hakkını düşürmez, ama Rabbimizin af kapılarını aralayabilir. Belki de mahşer günü, Rabbimiz bizim sadakalarımızı vesile kılarak, hak sahibiyle aramıza rahmetini koyar, gönülleri uzlaştırır.
Unutmayalım ki, “Haseneler kötülükleri giderir.” (Hûd, 114)
Sadakamız, kalbimizin temizliği kadar niyetimizin berraklığına da işaret etmelidir. Zira kalpten gelen bir el, yalnız bir insanı değil, bir kaderi de değiştirebilir.
Allah’ım…
Bize, kul haklarını gözeten bir vicdan,
Helâlleşmeyi ertelemeyen bir izan,
Sadakayı sadece elden değil, yürekten veren bir ihlâs lutfeyle…
Ey Rabbimiz…
Amellerimizi rızânla kabul buyur,
Günahlarımızı hasenatla ört,
Bizi kardeşine zulmeden değil,
Kardeşi için gözyaşı döken kullarından eyle…
Allah’ım…
Borcu ödemeden ölüp gidenlerden değil,
Borç yükü altında ezilen kardeşine omuz verenlerden eyle…
Bizleri kul hakkı ile huzuruna gelmekten muhafaza eyle.
Bize helâlleşmeyi kolaylaştır, affetmeyi yücelik, affedilmeyi bir fırsat bilenlerden eyle…
Sadakalarımızı şifa,
Sözlerimizi kefâret,
Dualarımızı vuslat eyle Ya Rabb…
Âmin.
Velhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.