Muhterem Müslümanlar,
Îmânın ilk meyvesi merhamettir. Merhametin en belirgin alâmeti ve en olgun tezâhürü de “infak”tır. İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Beşeriyetin fazîlet zirveleri olan peygamberlerin hayatları, sayısız merhamet ve infak hadiseleri ile doludur.
Hayırda Yarışmak
Birgün Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- sabah namazını kıldıktan sonra ashâbına dönüp:
“–İçinizde bugün oruçlu olan var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlallâh! Dün gece oruç tutmak aklıma gelmedi, onun için şimdi oruçlu değilim.” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:
“–Ben dün gece oruç tutmayı düşündüm ve sabaha oruçlu çıktım.” dedi.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:
“–İçinizde bugün hasta ziyâretinde bulunan var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve yerimizden ayrılmadık, nasıl hasta ziyâret edebilelim ki?” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:
“–Duydum ki kardeşim Abdurrahman bin Avf rahatsızlanmış. Mescide gelirken, bakayım durumu nasıl olmuş diye, ona bir uğrayıverdim.” dedi.
Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve henüz yerimizden ayrılmadık.” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:
“–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arz eden birini gördüm. Oğlum Abdurrahmân’ın elinde bir parça arpa ekmeği vardı. Onu alıp yoksula verdim.” dedi.
Bunun üzerine Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:
“–Seni cennetle müjdelerim (ey Ebû Bekir)!” buyurdu.
Hazret-i Ömer derin bir iç çekerek; “Âh cennet!” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- onun da gönlünü alacak bir söz söyledi:
“–Allah Ömer’e rahmet eylesin, Allah Ömer’e rahmet eylesin! Ne zaman bir hayır yapmak istese Ebû Bekir muhakkak onu geçer.” buyurdu.[1]
Bu hadîs-i şerîften almamız gereken en büyük ders, her an Allâh’ın rızâsına vesîle olacak bir amel arayışında olabilmektir. Zîrâ âyet-i kerîmede:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَب وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Bir (hayır) işini bitirince hemen (başka bir iş veya ibâdete) koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [2] buyrulmuştur.
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da bir defâsında:
“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuş; o pişmanlığın sebebi sorulduğunda da:
“–(Ölen), muhsin (ihsan sâhibi, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şâyet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını vermiştir.[3]
Rabbimiz, râzı olduğu sâlih kulları hakkında âyet-i kerîmede:
يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ
“…Onlar hayırda birbirleriyle yarışırlar…”[4] buyurmaktadır.
İşte bu hayır yarışının mü’minlerde tabiat-ı asliye hâline gelmesi şarttır. Mü’min, esen meltemler gibi müşfik, yağan yağmurlar gibi cömert olmalı, her an etrafına huzur bahşederek Hakk’ın rızâsını aramalıdır.
Gerçek infak da; ihlâs, merhamet ve diğergâmlık dolu bir gönülle bütün mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allah rızâsının aranmasıdır. Başkalarının mahrûmiyetini telâfî için, bütün imkânlarla muhtaçların yardımına koşmaktır.
Rabbimiz, aslında insanlık şerefinin en tabiî bir îcâbı ve merhametle yoğrulmuş selîm vicdanların en asil bir ifâdesi olan infâkı, ictimâî ibâdetlerin en mühimlerinden biri kılmıştır. Şüphesiz ki bu, O’nun müstesnâ lutuflarından biridir.
Yâni Rabbimiz, kullarına lutfettiği nîmetlerin cüz’î bir kısmının, bir şükür ifâdesi olarak yine kendisine takdîm edilmesini irâde buyurmuş, buna mukâbil infâkı; günahlara keffâret vesîlesi ve ebedî saâdetin en mühim ecir kapısı eylemiştir.
Dîni Yücelten Haslet: Cömertlik
İnfak ibâdetinin îfâsı için gerekli olan yegâne gönül sermâyesi “cömertlik”tir. Cömertlik tohumunun atılmadığı gönül bahçelerinde infak meyvelerinin hâsıl olmasını beklemek beyhûdedir.
Hadîs-i şerîfte, cömertliğin ilâhî muhabbet ve yakınlığa vesîle olduğuna şöyle işâret buyrulmaktadır:
“Allah Teâlâ cömerttir, ihsan sâhibidir; cömertliği ve yüksek ahlâkı sever…” [5]
Îmânın lezzeti olan cömertlik, halkın da Hakk’ın da sevgisini celbeder. Nitekim hadîs-i kudsîde buyrulur:
“Bu dîn (yâni İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!” [6]
Cömertlik, Allâh’a ve âhirete kâmil mânâda îmânın bir neticesidir. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bunu ne güzel ifâde buyurur:
“Îman bir ağaç gibidir: Kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.”
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de:
“Cömert kimse, meyve veren bir ağaç gibidir. Cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir.” diyerek bu güzel hasletten mahrûmiyetin; ateşe atılacak bir odun olmakla eşdeğer olduğuna işâret etmiştir.
İki Büyük İllet: İsraf ve Cimrilik
İsraf, kendine harcamak; cimrilik ise kendine biriktirmektir. İkisi de bencilliktir. Cenâb-ı Hak, bu şekilde bir kulluğu reddetmektedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا
“Eli boynuna bağlıymış gibi cimri olma! Elini büsbütün açıp isrâfa da kaçma!..” [7]
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
“Onlar verdikleri zaman isrâf etmezler; cimrilik de etmezler; ikisi ortası bir yol tutarlar.” [8]
İmam Gazâlî Hazretleri, “israf ile cimrilik arasındaki denge hâlini, cömertlik” olarak târif etmiştir. Servetin hakkını vermek; onu men edilen yerlere harcamamak ve iki büyük tehlike olan israf ve cimrilikten uzak durmakla mümkündür. Zenginliğin âfeti; hırs, tamah ve cimriliktir. Bunun çâresi de cömertliktir.
Diğer taraftan, cömertliğin âfeti ise israftır. Yâni cömert olayım derken ölçüsüzce saçıp savurmak, nîmeti lüzumsuz yerlere sarf etmektir. Ancak infak bahsinde şuna da dikkat etmek gerekir ki israf, çok harcamak demek değildir. Yersiz ve gereksiz harcamanın azı da çoğu da israf iken, yerinde ve isâbetli bir harcama, çok da olsa israf sayılmaz, bilâkis takdîre şâyân olur.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın bütün malını Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a getirip infâk etmesi, bunun en güzel misâlidir.
Öte yandan cimrilik de az miktarda vermek değil, imkâna göre verilmesi gereken nisbette vermemektir. Zîrâ herkes imkânı nisbetinde mes’ûldür.
Şeyh Sâdî bu hakîkati ne güzel îzah eder:
“Hak Teâlâ, kimseye iyilik kapısını kapatmamıştır. Şunu bil ki, herkesin iyiliği kendi kudretine göredir. Bir zenginin hazinesinden bir kantar altın vermesi, bir fakirin el emeğinden bir kırat vermesi kadar olamaz. Çekirge ayağı, karıncaya ağır yüktür.”
Yermük Harbi’nde üç şehîdin son nefeslerinde büyük bir fedâkârlıkla birbirlerine devrettiği, lâkin neticede ortada kalan bir bardak suyun infâkı, belki birçok büyük zannedilen infakları aşmıştır. Zîrâ orada mühim olan bir bardak su değil, sergilenen gönül zenginliğinin ihtişâmıdır.
Bu bakımdan az miktarda vermek cimrilik olsaydı, cömertlik, sırf varlıklı kimselerin bir imtiyâzı olurdu. Halbuki zenginlik veya fakirlik, bu dünyâdaki imtihan sırrının berâberinde getirdiği bir takdîr-i ilâhîdir. Kulun varlıklı veya muhtaç olması kendi irâdesine bağlı değildir. Bu yüzden cömertlik veya cimrilik, mal-mülk ve servet meselesi değil, bir gönül meselesidir.
Yâni imkânı kıt bir mü’min de pekâlâ cömert olabilir ve olmalıdır da. Îmânımız da, her hâlükârda cömert bir kul olmamızı gerektirir. Zîrâ cömertlik veya cimrilik, sahip olduğumuz imkânlardan ne miktarda değil, ne nisbette infâk edebildiğimize bağlıdır.
Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, zengin-fakir her mü’mini infâka teşvik eder; bir hurmadan başka bir şeyi olmayan için;
“Yarım hurmayla da olsa cehennem ateşinden korununuz, onu da bulamazsanız güzel ve hoş bir söz ile korunun.” buyururdu.[9]
Bu husustaki nebevî telkin ve teşviklerden birkaç misal:
“Yâ Âişe! Yarım hurmayla bile olsa fakiri geri çevirme.”[10]
“Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır.”[11]
Rabbimiz, kalblerimizden îman vecdini, ruhlarımızdan cömertlik neşesini, vicdanlarımızdan infak huzurunu eksik etmesin!
Âmîn…
Bu Vaaz Altınoluk dergisnin 2008 – Nisan, Sayı: 266, Sayfa: 032’deki makaleden istifade edierek hazırlanmıştır.
ornekvaazlar.com
- (Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501) ↑
- (el-İnşirâh, 7-8) ↑
- (Tirmizî, Zühd, 59/2403) ↑
- (Âl-i İmrân, 114) ↑
- (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 60) ↑
- (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392) ↑
- (el-İsrâ, 29) ↑
- (el-Furkân, 67) ↑
- (Buhârî, Edeb, 34) ↑
- (Tirmizî, Zühd, 37) ↑
- (Tirmizî, Birr, 36) ↑