Kuran-ı Kerim’den bir ayet ile İslam’ın insanın varlık sebebi olduğunu anlatan bir görsel.

İslam, Varlık Sebebimizdir Vaazı

İslam’ın İnsan Hayatındaki Yeri
Değerli kardeşlerim,
Bugün sizlere İslam’ın hayatımızdaki yeri ve önemini anlatmak istiyorum. Allah Teâlâ, insanı en güzel surette yaratmış ve ona yeryüzünde halife olma şerefini bahşetmiştir. Bu şerefin ve varlık sebebimizin temelini ise İslam oluşturmaktadır. İslam, kelime anlamı itibarıyla teslimiyet, barış ve esenlik demektir. Rabbimize teslim olmak, onun emir ve yasaklarına uymak bizler için bir kulluk borcudur. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)

Bu ayet, insanın yeryüzündeki varlık sebebini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Rabbimiz, bizi kendisine kulluk etmemiz, onun emirlerine uymamız için yaratmıştır. İşte bu yolun adı İslam’dır.


1. İslam, Varlığın Temel Gayesidir

İslam, yalnızca ahiretimizi düzenleyen bir din değil, aynı zamanda hayatımızın her alanını kapsayan bir yaşam rehberidir. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide, 5/3)

Bu ayet, İslam’ın insan hayatındaki eşsiz önemini ve yerini en açık şekilde gözler önüne sermektedir. İslam, sadece bir inanç sistemi ya da ibadetler bütünü olmanın ötesinde, insanı hakikate yönelten ve hayatını anlamlandıran bir yaşam rehberidir. İnsan, yeryüzüne sadece biyolojik bir varlık olarak gönderilmemiş, aynı zamanda Allah tarafından kendisine verilen büyük bir sorumlulukla donatılmıştır. Bu sorumluluk, Yaratıcı’ya kulluk etmek, O’nun emirlerine uyarak dünya hayatını düzenlemek ve ahirette ebedi mutluluğa ulaşmaktır.

Dünya hayatı, insanın yaratılış amacını yerine getirmesi için bir imtihan yeridir. İnsanın bu imtihandaki başarısı, kendisini var eden Rabbine teslimiyetine, O’nun buyruklarını yerine getirerek hayatını şekillendirmesine bağlıdır. İslam, bu zorlu yolculukta insanın yolunu aydınlatan bir ışıktır. Tıpkı bir pusula gibi, doğru yöne yönelmesini sağlar ve yanlış yollardan uzak durması için ona rehberlik eder. Yaratılış gayemizi kavramak ve dünya hayatını bu amaca uygun şekilde yaşamak, ancak İslam’ın sunduğu ölçülerle mümkündür.

Hayat, yalnızca geçici zevklerin peşinde koşulacak bir oyun ya da eğlence alanı değildir. Allah, bizleri bu dünyaya boşuna yaratmadığını ve her şeyin bir hikmetle var olduğunu Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetle dile getirmiştir. İslam, bu hikmeti anlamamıza, her olayın ve durumun ardındaki ilahi planı idrak etmemize olanak sağlar. İnsan, ancak bu bilinçle yaşadığında huzur ve mutluluğu yakalayabilir.

İslam’ın rehberliği, yalnızca bireyin ruhsal ve ahlaki gelişimiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda insanın çevresiyle olan ilişkilerini, toplum içerisindeki sorumluluklarını ve dünya üzerindeki vazifelerini düzenler. İslam’ın ortaya koyduğu değerler, insana hem bu dünyada onurlu bir yaşam sürdürme fırsatı sunar hem de ahirette kurtuluşa ermesini sağlar. Bu nedenle İslam, yaratılış amacını öğretmekle kalmaz, bu amacı gerçekleştirmek için gereken her türlü yolu ve yöntemi de gösterir.

İslam’ın insan hayatındaki önemi, insanı hakikate yönlendirmesi, yaratılış gayesini hatırlatması ve dünya hayatını ebedi saadete ulaştıran bir imtihan alanı olarak değerlendirmesiyle açıkça ortaya çıkar. İslam’ı rehber edinen bir kul, hem dünyada huzur ve mutluluğu bulur hem de ahirette Allah’ın rızasına ve ebedi kurtuluşa nail olur. Bu yüzden İslam, insanın yalnızca bir inanç sistemi değil, tüm yaşamını kuşatan ilahi bir lütuftur.


2. İslam’a Teslimiyetin Önemi

Kardeşlerim, Allah’a teslimiyet, insanın hem bu dünyada hem de ahirette huzur bulmasının anahtarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“İman, yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘Lâ ilâhe illallah’ demektir. En aşağısı ise yoldaki rahatsız edici şeyleri gidermektir. Hayâ da imandandır.” (Buhârî, İman, 3)

Bu hadis-i şerif, iman ve İslam’ın bir bütün olduğunu, hayatın her alanını kapsadığını bizlere öğretmektedir. İslam’a teslim olan bir kul, yalnızca ibadetleriyle değil, insanlara karşı davranışlarıyla da İslam’ı temsil eder.


3. İslam’ın İnsan Hayatına Katkıları

Değerli müminler, İslam, insanın dünya ve ahiret saadetini kazanması için gönderilmiş ilahi bir nizama sahiptir. Allah Teâlâ, insanın yaratılışındaki hikmeti açıklarken şöyle buyurur:
“O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2)

İslam, insanın amellerini güzelleştirir, ona ahlaki bir temel kazandırır ve her iki dünyada da kurtuluşa ermesini sağlar. Rabbimiz, kullarından sadece kendisine kulluk etmelerini ve doğru yolda yürümelerini istemektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Müminin işine hayret edilir! Onun her işi hayırdır. Bu durum, mümin olmayandan başkası için mümkün değildir. Eğer bir nimetle karşılaşırsa şükreder; bu onun için hayır olur. Eğer bir musibete uğrarsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Bu hadis-i şerif, müminin İslam’a teslimiyetinin sonucunda kazandığı huzur ve mutluluğu açıkça ifade etmektedir.


4. İslam’ın Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi

Kardeşlerim, İslam sadece bireysel bir din değil, aynı zamanda toplumu inşa eden bir sistemdir. İslam’ın insana kazandırdığı ahlaki değerler, bireylerin hayatını güzelleştirirken, toplumun da huzur ve güven içerisinde yaşamasını sağlar. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin.” (Bakara, 2/208)

Bu ayet, bireylerin İslam’ı tam anlamıyla yaşaması durumunda sadece kendi hayatlarında değil, aynı zamanda toplumun genelinde de huzurun ve düzenin tesis edileceğini açıkça göstermektedir. İslam, bireysel yaşamdan toplumsal hayata kadar her alanda kapsamlı bir rehberlik sunar. İnsanlar arasındaki ilişkilerin adalet, merhamet ve dürüstlük temelleri üzerine kurulmasını sağlayarak hem bireysel hem de toplumsal seviyede barışın ve güvenin sağlanmasına vesile olur.

İslam, insanın en yakın çevresinden başlayarak daha geniş toplumsal yapıların inşasına katkı sağlar. Komşuluk ilişkilerinde, yardımlaşma, dayanışma ve hoşgörü gibi değerleri teşvik eder. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) şu hadis-i şerifi bu konuda çok nettir: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 74). Bu anlayış, bireylerin birbirine karşı sorumluluk hissetmesini sağlar ve toplumda güçlü bir dayanışma kültürü oluşturur.

Ticarette ise İslam, dürüstlük ve güvenilirliği temel ilkeler olarak belirler. İnsanların haksız kazançtan uzak durmasını ve helal yollarla rızık elde etmesini emreder. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Doğru ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû’, 4) buyurarak, ticari ahlakın bireysel ve toplumsal önemine dikkat çekmiştir.

Adalet, İslam’ın toplumsal düzeni sağlama noktasında en temel değerlerinden biridir. Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, adaleti ayakta tutan kimseler olun.” (Nisâ, 4/135) buyrularak adaletin her koşulda ve herkese karşı gözetilmesi gerektiği vurgulanır. Adaletin tesis edildiği bir toplumda bireyler birbirine daha fazla güvenir, zulüm ve haksızlık ortadan kalkar, bu da toplumsal huzurun temelini oluşturur.

Eğitim ve öğrenim alanında ise İslam, cehaleti ortadan kaldırmayı ve bilginin ışığında bir toplum inşa etmeyi hedefler. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetinin “Oku!” (Alak, 96/1) olması, eğitimin ve ilmin İslam’daki önemini en güzel şekilde ifade eder. İslam, bireylerin doğru bilgiyle donanmasını, bu bilgiyi hem kendi hayatlarında hem de topluma fayda sağlamak için kullanmalarını teşvik eder.

İslam, komşuluk ilişkilerinden ticarete, adaletten eğitime kadar hayatın her alanını düzenleyen bir sistem sunar. Bireylerin İslam’ın bu rehberliğine uygun şekilde yaşamaları durumunda, toplumsal barış ve huzur kendiliğinden tesis edilir. İslam, sadece bireysel ibadetlerle sınırlı bir din değil, tüm bir toplumu inşa eden, ona yol gösteren ve hayatı anlamlandıran ilahi bir nizama sahiptir. Bu anlayışı yaşamak ve yaymak, hem bireysel hem de toplumsal sorumluluğumuzdur. Peygamber Efendimiz (s.a.v), toplumsal dayanışmanın önemini şu sözleriyle dile getirmiştir:
“Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkat göstermede bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olursa, diğer organlar da onun rahatsızlığını paylaşır.” (Buhârî, Edeb, 27)


5. İbadetler ve Varlık Gayemiz

İslam’ın temel rükünlerinden biri olan ibadetler, insanın yaratılış amacını anlamasında önemli bir role sahiptir. Allah Teâlâ, namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerle kullarını eğitmekte ve onlara kulluk bilinci kazandırmaktadır. Namaz hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Şüphesiz ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45)

Namaz, bir müminin Allah’a olan teslimiyetini gösterdiği en önemli ibadetlerden biridir. Bunun yanı sıra oruç, insanın nefsini terbiye etmesini sağlar ve Allah’ın emirlerine uymanın bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), oruç hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8)

Bu ibadetler, insanın hem bireysel hem de toplumsal hayatında bir denge kurmasına yardımcı olur ve onu Allah’a yaklaştırır.


6. Ahiret Bilinci ve Sorumluluk

Kardeşlerim, insanın varlık sebebini anlamasında ahiret bilinci önemli bir yer tutar. Dünya hayatı bir imtihan yeri, ahiret ise bu imtihanın sonucunun görüleceği yerdir. Allah Teâlâ, bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade etmektedir:
“Her nefis ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.” (Âl-i İmrân, 3/185)

Bu ayet, dünya hayatının geçici bir imtihan yeri olduğunu ve asıl yurdun ahiret olduğunu bizlere hatırlatır. Dünya, süsleri ve geçici zevkleriyle insanı oyalayan bir yer olsa da, İslam’a göre bu hayat, ahirete hazırlık için verilen bir fırsattır. İnsan, buradaki her anını bir emanet olarak görmeli ve bu emaneti Allah’a hesap vereceği bilinciyle değerlendirmelidir.

Bir mümin, dünya hayatının cazibesine kapılmadan, geçiciliğini aklında tutarak yaşamalıdır. Bu bilinç, onun her anını anlamlı kılar ve davranışlarını Yaratıcı’nın rızasını kazanmaya yönelik bir titizlikle şekillendirmesine vesile olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v), dünya hayatının geçici olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir: “Ben dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra oradan ayrılıp giden bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, Zühd, 44). Bu hadis, müminin dünya hayatına nasıl bir bakış açısıyla yaklaşması gerektiğini açıkça ortaya koyar.

Ahiret bilinci, bir müminin hayatını disipline eden en önemli unsurlardan biridir. İnsan, yaptığı her işin, söylediği her sözün ve niyet ettiği her davranışın hesabını Allah’a vereceğini bilerek hareket eder. Kur’an-ı Kerim’de, “Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onun karşılığını görür.” (Zilzâl, 99/7-8) buyrularak, ahirette herkesin dünyada yaptıklarıyla yüzleşeceği hatırlatılır. Bu bilinç, insanı iyilik yapmaya teşvik ederken, kötülüklerden uzak durmasını sağlar.

Dünya hayatının geçiciliğini idrak eden bir mümin, zamanını boşa harcamaktan sakınır. Hayatını ibadet, ilim, iyilik ve güzel ahlakla donatmaya çalışır. Çünkü bilir ki, Allah’a vereceği hesapta sadece ibadetleri değil, dünya hayatındaki her tercihi, ahlakı ve insanlara karşı tavırları da değerlendirilecektir. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Asıl hayat, ahiret yurdudur. Keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût, 29/64). Bu ayet, dünya hayatının süslerine aldanmadan ahiret için hazırlık yapmanın önemini açıkça ortaya koymaktadır.

Ahiretin ebediliğini kavramış bir insan, dünya hayatında nefsinin geçici arzularına esir olmaz. Hayatını, Allah’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde, O’nun rızasını kazanmak amacıyla yaşar. Bu anlayış, insana hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluk getirir. Dünya hayatının geçiciliğini bilmek, aynı zamanda insanı hırs, kıskançlık ve kin gibi duygulardan arındırır. Böylece mümin, hem Allah’a hem de insanlara karşı görevlerini daha şuurlu bir şekilde yerine getirebilir.

Bu ayet bizlere, dünya hayatının bir oyun ve eğlence değil, ebedi hayat için bir hazırlık süreci olduğunu hatırlatır. Mümin, bu gerçeği idrak ederek, her anını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde geçirmeye gayret eder. Çünkü ahiretin ebediliği karşısında, dünya hayatı sadece göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir zaman gibidir. Bu bilinçle yaşayan bir mümin, hem dünyada hem de ahirette kazananlardan olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), şöyle buyurmuştur:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise nefsinin arzularına uyan ve Allah’tan temennilerde bulunandır.” (Tirmizî, Kıyamet, 25)

Bu hadis, ahiret bilincine sahip bir müminin, nefsine hâkim olarak dünya hayatını değerlendirmesi gerektiğini bizlere öğretmektedir.


İslam’a Sarılmanın Gerekliliği

Değerli kardeşlerim,
İslam, varlık sebebimiz, hayatımızın anlamı ve kurtuluş rehberimizdir. Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uyarak, Peygamber Efendimiz’in sünnetine ittiba ederek dünya ve ahiret saadetine ulaşabiliriz. Bu yüzden, İslam’ı anlamalı, hayatımıza tatbik etmeli ve onu gelecek nesillere en güzel şekilde aktarmalıyız.

Vaazımı Allah Teâlâ’nın şu ayetiyle sonlandırıyorum:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki ondan (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/85)

Rabbim bizleri İslam’ın ışığında yürüyen, varlık sebebini kavramış kullarından eylesin. Âmin.

Yazar: Yönetici

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir