Fetva Verirken İşin Sonunu da Düşünmek!
Hasta için hekim gerek. Hekim bilge gerek.
Müstefti yani dini bir sorunu olup da cevabını arayan ve müftiye halini arzeden kimse için de ilimde rüsuh sahibi, rabbanî ve bilge âlim gerek.
Tıbbı ezber bilen ve fakat insanı tanımayan doktor olur mu?
İnsan dediğin anı anını tutmayan canlı bir varlıktır. Bugün sapasağlamdır yarın bakmışsın hasta, eli ayağı tutmaz olmuştur.
Bilge hekim muhatap aldığı hastasını, içinde bulunduğu duruma göre değerlendirir ve vereceği reçetenin onda ne gibi sonuçlar doğuracağını hesaba katarak ilaçları ve dozlarını, kullanış biçimlerini vb. belirler.
İnsanlara verdiğiniz din, onlarda ne gibi etkiler oluşturacak, ne gibi sonuçlara müncer olacaktır?
“Din/ şeriat bu ise ben yokum!” diyen insanların çoğaldığı bir zamanda sözünü ettiğimiz durum daha bir önem kazanıyor.
Hz. Peygamber (s.a.s.) insanların içinde bulunduğu durumları değerlendiriyor ve atacağı adımların ne gibi sonuçlara müncer olacağını hesaba katıyordu. Bunun sonucuna yapmak istediği bazı şeyleri yapmıyor, yapmak istemediği bazı şeyleri de yapmak zorunda kalıyordu.
Hudeybiye musalahasında sonuçları hesaba katarak ilk etapta hiç de lehte görünmeyen bazı şartları kabul etmiş ve ihramdan kerhen çıkmıştı.
Aşikâre münafıklık yapan ve Müslüman toplumunun devamlı huzurunu kaçıran insanları öldürmesini talep edenlere “İnsanların, Muhammed adamlarını öldürüyor!” diye konuşmalarından endişe ettiğini söylüyor ve isteklerini yerine getirmeye yanaşmıyordu.
Kabe’nin Hz. İbrahim tarafından atılan temelleri üzerinden yeniden inşa etmeyi arzuluyor ama cahiliye devri anıları henüz taze olan kavminin tepkisini hesaba katarak buna yanaşmıyordu.
“En faziletli amelin ne olduğu” sorusuna, farklı cevaplar veriyordu. Çünkü soruyu soranların durumu, kendileri için en hayırlı amelin ne olduğunu belirlemesini gerektiriyordu. Yani mutlak bir en hayırlı amel yerine soruyu soran kişinin ihtiyacına uygun düşecek, onun hakkında daha güzel bir sonuç verecek cevaplar veriyordu.
Bu tavır ashabınca da sürdürülmüştü. Söz gelimi İbn Abbas’a bir adam gelmiş ve “Bir Müslümanı kasten öldürenin tövbesi kabul olur mu?” diye sormuştu. İbn Abbas da “Asla olmaz, onun yeri cehennemdir!” diye kapıyı kapatmıştı. Soru soran ayrılınca yanındakiler: “Sen böyle mi fetva veriyorsun? Oysa sen bize kâtilin de tövbesinin mümkün olduğunu söylerdin”? dediklerinde “Öyle ama ben bu adamın bir mümini öldürmeyi aklına koymuş öfkeli biri olduğunu gördüm, düşüncesinden vazgeçirmeyi amaçlayarak öyle söyledim!” demiştir. (Kurtubî, IV, 97).
Abdullah b. Mugaffel’e (ö. 59/679) bir kadın gelmiş ve ona “Zina etmiş, gebe kalmış ve doğurunca da durumunu örtbas için çocuğunu öldürmüş bir kadının durumu nedir?” demiş, İbn Mugaffel de “Ne olacak? Tabii ki Cehennem!” demiş. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrılmış. Kadının bu tepkisi üzerine İbn Mugaffel kadını geri çağırmış ve “Ben senin hakkında şu iki durumdan birini düşünüyorum” demiş ve şu ayeti okumuş:
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
“Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.” (Nisâ 4/110)
Bunu duyan kadın gözyaşlarını silmiş ve oradan ayrılmış. (Taberî)
İbn Mugaffel, kadının fuhuştan uzak durması ve tövbe etmesi için verdiği sert cevaba beklemediği tepkiyi göstermesi üzerine, onun cevabı sebebiyle tümden umutsuzluğa düşüp ya intihar edeceği ya da fuhuş bataklığına sürükleneceği endişesine kapılmış ve ilk cevabını terkederek kadının içinde bulunduğu duruma ve haleti ruhiyesine daha uygun düşen bu ikinci cevabı vermiştir.
Demek ki, her yer ve zaman için geçerli tek cevap yok.
Müfti fetvasını verirken mutlaka işin sonunu düşünecek. Verilen fetvanın müsteftide ne gibi etkisi olacağını, nasıl bir sonuç doğuracağını hesaba katacak.
Türkümüz bile bize böyle söylüyor:
Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?
Dua ile!
08.09.2020
GARİBCE