Hz Ömer kimin ne derdi var, ne sıkıntısı var diye geceleri uykusuz kalarak Medine sokaklarında gezen adalet timsali bir halifeydi.
Kimin ne sıkıntısı var, onları öğrenmek, kendisinin haber olmadığı ihtiyaçlarını uzaktan -utandırmadan- tespit etmek, ertesi gün bu ihtiyaçlarını gidermek için dolaşıyordu.
Bir gece vakti, Hz. Ömer (ra), her zaman olduğu gibi, Medine sokaklarını dolaşmaktaydı. Birden önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir tartışma sesi dikkatini çekmişti.
Bir ana, kızına:
“Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi. Kız ise:
“Anacığım, halife süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.
Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:
“Kızım, gecenin bu saatinde halife süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.
Ancak kız, anasının süte su katma hilesini yine kabullenmedi:
“Anacığım! Diyelim ki halife görmüyor, peki Allah da mı görmüyor? Bu hileyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen kainatın Yaratıcısı Allah’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.
Bu kızın, Allah korkusu içinde annesine verdiği cevap, Hz. Ömer (ra)’ı son derece duygulandırdı. Müminlerin Emiri, onu oğlu Asım ile evlendirdi. Beşinci halife olarak kabul edilen meşhur Ömer bin Abdülaziz, işte bu temiz silsileden doğdu.
Bu kıssadan alınacak birçok dersin yanında, en önemli derslerden biri,
Allah’ı görüyormuşuz gibi yaşamamız ve her şeyin hesabının mutlaka sorulacağı imanıyla, yarına ne gönderdiğimize bakmamız olmalıdır.
Hak dostlarından biri, ağırlayacağı âmâ bir misafire, oldukça gösterişli ve mükellef bir sofra hazırlar. Etrafındakiler:
“–Efendim, gelecek olan misafiriniz âmâ, niçin bu kadar îtinâ gösterip zahmet buyurdunuz? O sizin bu zarif sofranızı göremez ki!” derler.
O ârif zât ise şu muhteşem cevâbı verir:
“–Evet, hazırladığım ikramları o âmâ göremez, fakat âmânın Rabbi görür!”
İşte bütün mesele;
–Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî murâkabesi altında olduğumuzu bilerek yaşayabilmek.
–Kullardan kimsenin görmediği yerlerde dahî istikâmet üzere olabilmek,
–Beşer nazarlarından uzak mekânlarda bile günahlardan sakınabilmek ve,
–“Allah Teâlâ beni her zaman ve mekânda görüyor, duyuyor, kalbimden geçenlere bile vâkıf oluyor!” şuuru içerisinde yaşayabilmektir.